11 Mayıs 2016 Çarşamba

Franz Kafka-DAVA , ( kitap tavsiyesi )



    Kafka ölmeden önce yazdığı bu eserinin nerden bilebilirdi ki şimdilerin hatta geçmişimizinde en ünlü kitaplarından olacağının ?



  Blogumda yorumlamadan önce kitap hakkında biraz araştırma yapmak istedim. Aslında genelde kitabı almadan önce yapardım bunları fakat bu biraz farklı oldu. Tavsiye üzerine aldım birkaç ay önce DR den. Okudum ve çok sevdim ama bir problem vardı. Kurgu yarım kalmıştı ve bu benim içimi yedi. Dedim olamaz böyle bir son hatta sinir bile oldum ne yalan söyleyeyim!! Sonrasında koyuldum araştırmaya meğerse Kafka hiç bir kitabını yayınlayacağını düşünmeden yazmış ve Dava yıda o öldükten 2 yıl sonra arkadaşı Brod onun adına yayınlamış 25 yılında. O yüzden kitaplarının kurgusu yarımmış anlayacağınız. 

  İlk olarak kafkayı Dönüşüm ile tanıdım ve daha sonra Milena ya Mektupları okudum sonra da Dava.. Sevdim Kafka nın kalemini. Henüz diğer eserlerini bilmiyorum ama araştırıp alacağım raflarımın arasına ..
Neyse devam edeyim ve yoruma geçeyim.


  "Bir sabah ansızın tutuklandığınızı düşünün ama normal yaşamınızada devam edebileceğinizi öğrendiniz. İşte böyle başlıyor kitabımız. K. neyle suçlandığı bilmediği için yani ona bildirmediklerinden dolayı önce bunu bir şaka sansa da, kısa sürede durumun ciddiyetini kavrıyor. Ancak ne mahkemeye çıkarıyorlar K. yı ne de savcılarla görüştürüyorlar. Kaldığı pansiyonda, çalıştığı bankada, gittiği yerlerde K. dışında herkes, anlaşılamayacak bir biçimde davadan haberdardır. Böyle birşey hayattında yaşamayan K. ne olduğunu anlamadan daima dalga geçilir biçimde kalır. Ne olup bittiğine anlam veremez. Bir inat haline getirdiği davasıyla çırpınıp durur. Avukatlara gider, amcasıyla halletmeye çalışsalarda çözemez. Arasında hiçbir aracı bulunmadığını, bu davada sadece kendisinin yer aldığını anladığında ise, cezasını beklemeye başlar.

  Yani anlayacağınız Dava'nın belirgin bir nedeni yoktur.Buna rağmen,suçluluk psikolojisi içine sokmuş K. yı kitap ve özgürlük kavramını sorgulatmış okuyucuya da. Daha açık bir şekilde kitabın ne anlatmak istediğine gelecek olursak, aslında ortada gerçek, somur bir dava yoktur. Elle tutulabilir, gözle görülebilir bir dava değildir bu. Kafka'nın burada anlatmak istediği, okuyucuya aktarmak istediği dava, Bay K. zaten yaşadığı evrende yani dünya tarafından tutuklanmış, fakat bunun bilincine hiçbir zaman varamamış olmasıdır.."



  Böyle işte kitapta anlatılanlar ve Kafka nın bize aktarmak istediği. Demem o ki bende artık bir KafkaOkurum. Diyordum bu topluluk ne? Ne olduğunu Kafka nın kalemini okuyunca anladım. Gönlümde en sevdiğim yazarlardan biri olarak yerini aldı ve tabiki Dava yı da raflarımın birinci sıralarına yerleştirdi. Ayrıca arkadaşı sayın Brod a minnetlerimi sunmadan edemeyeceğim, o olmasaydı böyle bir eseri nasıl tanıma fırsatımız olurdu ki ? 



Franz Kafka

Max Brod, Franz Kafka nın arkadaşı. 
Bizi Dava ile tanıştıran..



                                                                         

                                                                           Sevgiyle kalın..

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Ege Efesi Altıparmak...



Size bir adamdan bahsedeyim mi? Ege Efesi, Ege beyefendisi bir adam..

Öyleyse başlayayım..
Onun varlığını 24 yıl önce hissettim. Tam tamına 24 yıl geçti onunla fakat sadece 14 sene kadar anlam kattı hayatıma..
1994 yılıydı. Yeni doğmuştum. Ailenin en küçük üyesi ben, o ise en büyüğüydü..

Uzun boylu, yapılı, göbekli, kahverengi gözlü, kır bıyıklı, kır saçlı, en önemlisi de altı parmaklı idi. (Yani bir elinde altı parmak) Çok yakışıklıydı. Abartmıyorum! Elini beline koyardı sanki göbeğini dengelemek içindi bu yürüme tarzı ama bir yürürdü yanında gezerken gururla gezerdiniz. Altıparmak derlerdi ona. Dış görünüşünden bahsettim ya hani, birde içini bilseniz! Çok sertti valla ne yalan söyleyeyim küfürde ederdi. Fakat çok öfkelendirmeniz lazım çok.. Kızdığı zaman kaçın, gözü eşi hariç (yani babaannem) kimseyi görmezdi. Küçük yerde doğmuş büyümüş oda aynı biz gibi . Ama asla küçük düşünmemiş önemli olanda bu ya işte! Çocukları için çalışmış hep tabi her babanın yaptığı gibi fakat bu bambaşka baba inanın abartmıyorum. Hayatımın çeyreğinde bile değil çok az bir kısmında benimleydi bu adam.. Tüm güzel şeylerimi ona borçluyum. Düşünsenize bu kadar kısa sürede sizinle olup bu kadar çok güzel şey katan bir insanı kaybetmek inanın çok zor..
Biraz huyundan suyundan bahsetmek istedim size, benim için bizim için yaptığı tüm güzel şeylerden bahsedeceğim şimdide..

Öncelikle bu insanın benim hayatımdaki yerinden bahsedeyim, bu adam benim Dedem. Beni kendisine aşık eden insan rahmetli dedem..
Bu dünyada baş köşeleri çok severdi eminim şimdi diğer dünyada en güzel yeri kapmış bizi izleyip işte benim torunlarım, işte benim evlatlarım diye gururlanıyordur. Kendi adıma konuşayım, tüm çabalarım onun torunu olmamın verdiği haklı gururu.. Bu yazıyı yazarken bir iki damla gözyaşı aksa bir mahsuru olmaz değil mi?Çünkü insan hayatından erkenden kopup gidenleri inanın çok özlüyor.. Neyse devam edeyim..

Sekiz toruna sahip bu adamın tüm torunlarının yeri ayrı ayrıydı bunu hissedebiliyordum. Sadece kimisine daha yakın davranırdı o kadar. Ben ve ablam onunla büyüdük . Evlerimiz altlı üstlü idi. Biz onların üst katında oturuyorduk. Bizsiz kahvaltı etmezdi asla! Yukarıda da aşağıda da çifter çifter yumurta , süt vs. yeyip içtiğimizden tombul zamanlarımız yok değil :)

Torunlarıyla gezmeyi, oyun oynamayı çok severdi. Evet sert bir adamdı ama asla ilgisini bizden eksik etmedi. Ayrıca çok zekiydi ve torunlarının da çok zeki olmasını isterdi. Küçük yaşlarda öğretti hepimize çarpım tablosunu, sekiz kuzen idik bunun yedisi yetişti dedeme ve hepimizi en güzel şekilde yetiştirdi tabi yetişebildiği yere kadar.. Hani demiştim ya size bizimle oyun oynamayı çok severdi diye evet doğru.. Ben tavlayı, okeyi, kağıt oyunlarını daha bir sürü oyunu kendisinden öğrendim.. Birde şu çarpım tablosu olayından çok kısa bahsetmek isterim size. Tüm kuzenler olarak hizaya geçilecek ve teker teker ezberlenmiş mi kontrol edilecekti. Korkumuzdan ölür hatta dedeme kıza kıza bir hal olurduk tabi arkamızda babaannemiz var yok değil. Elinde ya bir sineklik yada bir sopa bilemeyene şaaaaap!! Kaçabilen kaçıp babaanneye sığınırdı, tek babaannemin sözü geçerdi dedeme diğerleri çok da umurunda olmazdı. Hemen bağırmaya başlardı babaannem, "ODUN OCAAĞIN KÖR GALMAYASICAAA YAKIYON ÇOCUKLARIN CANINI ADINI ELLER TAKINASICAA" bağırırdı dedeme. O zamanlar ne kızardık ama şimdi hep iyi ki diye anıyorum. Neyse sadece oyun veya ders değil ki bize öğrettiği en önemlisi oturup kalmamız, konuşmamız, insan içindeki davranışlarımız en dikkat ettiğiydi. Çünkü kendisi evde kızdığında ne kadar küfür etse de bunu dışarıya yansıtmazdı. Dışarıdaki insanlar içinde bir saygınlığı vardı. Oturduğumuz yer küçük bir ilçeydi. Bu yüzden sakınırdı gözünden özellikle kız torunları aman kulağına bir laf gelir diye korkardı çok. Bilirdi okul çıkışı saatlerimi hadi bir geç kalsam ya öfkeden kudurur deliye dönerdi. Ama okumamızı çok önemserdi.. Liseye kadar görebildi okuduğumuzu ama torunlarının çoğu okudu yani okuduk kimimiz üniversite mezunu kimimiz üniversite okuyoruz hala .. Tamda istediği gibi işte.. Keşke dünya gözüyle görebilseydi ama işte..

Konudan konuya geçiyorum ama galiba çok duygulandım ve ne yazacağımı şaşıyorum.. Karışık olacak ama siz beni anlayın. Tam bir türk kahvesi tutkunuydu altıparmak Remzi. Aman görmesin bu saygısızlığımı ne demek dedeye ismiyle hitap etmek!! Olsun belki de görüp gülecek.. İşte bu yüzden övünmek gibi olmasın dedem sayesinde mükemmel bir türk kahvesi uzmanıyımdır (puh) tabi benim üstadım ablam var.. Çok küçüklüğümüzden alıştırıldığımız için iyiyizdir üstümüze sağlık.. Ama ilk kahve yaptığım günden bahsetmek isterim. Daha çok küçüğüm evde ablam yok aşağıdan bir ses "ZÜLEYHAAAAA" diye bağırıyor. Yanlış okumadınız adım Eda fakat dedem bana Züleyha derdi. evet komik bence de çok komik :) Hemen zıplaya zıplaya indim aşağıya demez mi "Bana kahve yapar mısın?" elim ayağım dolaştı. "Tamam" dedim ama bilmem ki yapmayı, bilmiyorum demekte yemiyor tabi! Hiç dayağını yemedim ama her an yiyebilirim korkusuyla yaşadım. Neyse başladım yapmaya "Hadi eda yapabilirsin" diyorum içimden, bir yandan başımda da dedem! Cezveyi çıkardım. Evet biliyordum ablamdan kahve ve su birde orta derece şeker ama ya sonra ? Sonrası yok işte. Ben başladım kahveyi karıştırmaya. Birden bir ses "Çorba mı o Züleyhaa, türk kahvesini bir kere karıştırır köpürmesini beklersin!!" tabi dedem gürlüyor başımda. Ben ağladım ağlayacağım ama yaptım o kahveyi, ay kesinde çirkin olmuştu ama biliyor musunuz o köpüksüz, tatsız kahveyi gıkını çıkarmadan içti.. İşte o gün bugündür bendeniz kahve uzmanı (puh) Gerçi şimdi makine 2 dakikada yapıyor ama cezvede ki tat olur mu? Asla olmaz! Dedem görseydi kahve makinesi girmiş evlere, yokartık! Kesin küfürü basar o makinayı da çöpe atardı.

Eğlenmeyi seven en önemlisi bilen bir aileyizdir . İşte bu huyumuz da, ailemizin çınarı Altıparmak Remzi'den kalmadır bize . Onun yokluğundan sonrada eğlencelerimiz oldu ama onun oldukları kadar asla güzel olamazdı bunu biliyorum.. İnanın o olsaydı her şeyin tadı bambaşka olurdu..

Bugün onun ölüm yıl dönümü, bizim için çınar ağacı gibiydi.. Her şeyi geçin gölgesine sığınmak yetiyordu. Yıllardır, toplanıp gölgesine sığındığımız bir çınar ağacımız yok ama kuvvetli bir ailem var. Onun temellerini attığı kuvvetli bir ailem!!
Güzel tanınmasını istiyorum Remzi Yalçın'ın çünkü güzel adamdı vesselam..
Yıllar geçti ama ama varlığını hep hissediyoruz.
Seni çok özledim, çok özledik ve çok özleyeceğiz...






Altıparmak'ın torunları.. Yalnız yarısı.. Nasıl açmışız kolları bağırıyoruz özgürce seni çoook özledik..




Oyun oynardı derken tabi ki de yalan söylememiştim.. Henüz çok küçüğüm, yerde oturan ve hayranlıkla izleyen ben, parmakları havada dedeme eşlik eden ablam..
Çok şanslıyız, Altıparmak Remzi iyi ki senin torununum..



Ve bu orta şekerli türk kahvesi geçen sene ölüm yıl dönümünde ablamdan yani onun en kıymetlisi Naciye'sinin elinden yapıldı.. Dedeyi yad etmek amaçlı..

Seni çok seviyoruz dedemiz..