2 Eylül 2016 Cuma

Umut ediyorum bugünlerde ..

Umut güzel birşey mi? benim için güzel şey.. Bugünlerde, yakınlarda güzel hayaller kuruyorum. Gözü yüksekte demek? Ne demek? Kime göre neye göre yüksekte? Mesela benim umutlarım, hayallerim çok yüksekte.. Yeni bir çizgi çizdim kendime.. Hiç sendelemeden yürümek için. Henüz başındayım bu günlerde.
Mutlu olayım diyorum, çok mu üzüldüm? Evet sanırım üzüldüm.. Umutların yeşerir mi sizce? Umutlarım gerçekleşip beni Mutlu eder mi? Sanırım gerçekleşirse çok Mutlu eder..
Umurlarımızın çiçek açması dileğimle.. Hayal kurun, hayal kurmaktan öte güzel şey var mı? Hele gerçekleşirse bundan daha güzel şey yok ..

19 Temmuz 2016 Salı

Baba-anne


Baba
-anne
Seni görüyorum.

Üç sene önce kaybettim babaannemi, Temmuz'un 13'ü saat 06.15 ti benim için koca boşluğun oluşması.. Onu toprağa verdiğimizde, tamamıyla anlamıştım artık yoktu.. 
Hep güzel şeyler gelir aklıma onunla ilgili, öyle ki kötü hiç anımız yok zaten.. 
1994 yılıydı, nisan ayının 6'sında tanışmışım onunla. Annem doğum yaparken o varmış yanında, onun desteği ile ilk onun kucağına ağlayarak düşmüşüm.. Hep başının üzerinde taşımış beni...

Annem çalıştığı günlerde hep o büyütmüş. Hatırlıyorum da hep anlatırdı:
"Yukarıda ziiil ziiil  (çok) ağlıyordun, kimse bakmıyordu da ben gelip aşağıya götürdüm, hemen uyudun kucağımda." 
Böyle emek emek işlemişsin tüm torunlarını..
Eminim o ellerle verilen yemekler hep en lezzetli yemekler olmuştur... Hatırlıyorum da tadı damağımda kalan o ekmek arası domates, peynir yapman yok muydu.. Hala başaramam aynı tadı, aynı lezzeti. Kimse başaramaz babaanne! Keşke olsan da bir daha yapsan.. 
Patatesli börek, su böreği, bükme, katmer, domatesli sahanda yumurta.. Çok özledim bu tatları ve biliyorum ki senin elinin lezzeti olmayan hiç bir börekte, yumurtada olmayacak artık gözüm.. 
Her sabah hiç aksatmadan hazırlardın kahvaltıları, dedem bağırırdı aşağıdan Hazaaaal, Züleyhaaa(yani Eda ama dedem hep bu ismi kullanırdı beni çağırırken) hadi kahvaltıya.. Yukarıda yapmış olurduk ama sizinle yapılan kahvaltının tadı bambaşka olduğundan koşarak inerdik yanınıza. Neden bilmem ama hep yumurtanın sarısını bize verirdin. Bizi doyuracağım diye hep sonraya kalırdı senin yemelerin.. -
Okuldan gelirdim, kapımı açardın. Yukarı çıkmadan hemen içeri sokar, sorardın:
"Karnın aç mı guzum? " 
Hayır desem de, gün boyu hazırladığın miis kokulu ve lezzetli yemeklerin başında bulurdum kendimi, yemekler henüz hazır değil mi? hemen hazırlardın o domatesli ekmeği ya da hiç olmadı ekmeğe bir yağ sürer, üzerine tuz atar getirirdin hemen.. Birde hemen ayağıma bakardın, çorabım delinmiş mi diye (ince çorap giyerdik okula giderken, her gün al her gün delinirdi o çorap). Hiç gücenmeden eline alırdın iğne iplik dikerdin ayağımda o çorabı. 
Ağzıma bir iplik sıkıştırır ve şöyle derdin:
"Bahtın dikilir, al şu ipliği ağzına, sıkıca sık dişlerinle..." 
İlk adımımı bile belli ki sana güvenerek atmışım. O yaşlanmış ellerin üzerimizde çok emeğinin olduğu bile kanıtı işte.. Öyle güvenle bakmışım ki bu fotoğrafta o ellere, asla düşmem diye atmışım o ilk adımı.. Hepte öyle olmadı mı zaten? En çok sen çekmedin mi gözyaşlarımı? Yukarıdan ağlayarak indiğimde sen susturmadın mı beni? 
Haklıda olsam haksız da olsam hep beni savunmadın mı? Öyle ki seni toprağa verirken ağzımdan çıkan tek cümle şu oldu:
 " Nasıl ödeyeceğim hakkını?" 


Hiç oturduğunu hatırlayan var mı ? diye sorsam yüzde doksan dokuz hayır der.. Yemekler yapar, evi toparlar, birde arda kalan zamanlarında bizimle oynardı. Hiç unutmam evde bir elle sürülen, uzun saplı, tekerlekli bir gırgır vardı.. Sırayla hepimizi üzerine oturtup tüm evi gezdirirdi.. Öyle eğlenirdik ki, derler ya anlatılmaz yaşanır.. Hah işte tamda ondan..
Öyle sıradan öpmezdi ki bizi, içine çeke çeke öperdi, miis kokulularım diye diye öperdi.. Şimdi hayatta olsa, gözlerini bağlasak ve sırayla yanına gitsek, bizi görmeden kokularımızdan tanırdı.. Eminim..
İstediğimiz kadar şımarıklık yapalım, istediğimiz kadar dağıtalım o evi kızsa ya bir kere? Başka torunları hatırlar mı bilmiyorum ama ben hatırlamıyorum. Hatta dedem bize kızdığında hemen arkasına alır, başlardı bağırmaya:
 "O goca ellerinde yanmayası, bağırma çocuklarıma..." 
Kimsenin kucağında bu kadar şımardığımı hatırlamam.. Bu yaşıma geldim, sevgisinden bir gram azaldığını görmedim. İlgisini hiç eksilttiğini görmedim.. 1 yaşımda da 10 yaşımda da 22 yaşımda da hep şımarttı beni.. Tatlı dilinden bir gram eksiltmedi..
Bir önceki fotoğrafta 9-10 yaşlarındayım muhtemelen.. Bu fotoğrafta ise 22.. İşte böyle koklayarak, öperek, emek emek büyüttü beni.. Çok fazla sevgi vardı tüm çocuklarına ve torunlarına karşı.. Olması gerekenden de fazlaydı.. Kimseye ezdirmeden, kimseye bir kötü söz ettirmeden büyüttü hepimizi..
Ektiği tüm tohumlar etrafında.. Büyüttüğü tüm tohumlar.. Emek emek işlediği çocukları, torunları, hep en iyisi kendi gelinleri olduğunu düşündüğü güzel gelinleri.. 

Bir gün ablam sordu.. "Babaanne biz yörük müyüz?" 
Uzun uzun düşündü ilk..
ardından hemen konuştu:
"Biz dünyanın en harika insanlarıyız."

İşte böyle benimsedi bizi, böyle önemseyerek büyüttü.. Onun için çocukları, torunları ve gelinleri herkesten mükemmeldi..
Rahat uyu babaannem, sende dünyada gördüğümüz en harika babaannesin bizim için..


Buluştun artık dedemle.. Hakkını nasıl öderim bilmem ama... Beni kapıdan her gün uğurlarken söylediğin o sözün hep aklımda:
"Güzel kokulum, güzel gözlüm dışarılar da dikkat et kendine" 
Dışarılarda hep aklımdasın, dışarılarda sana sözümü hep tutuyorum...

Işıklar içinde uyu...




21 Haziran 2016 Salı

Başlasan artık tatil!!!

    Tatilim başlayalı birkaç hafta olmasına rağmen henüz tam anlamıyla eğlenmiş değilim. İki gün önce can içim arkadaşım buradaydı. Bu arada arkadaşım diyorum aslında o benim yengem yani amcamın eşi ama bir yengeden daha fazlası olduğu için, yenge diye seslenmektense arkadaşım diyorum bazende can içim.. Neyse o geldi işte birkaç gün önce ama sadece iki gün kaldı ve iki günümü şenlendirip gitti. Kaldı mı yüreğim buruk? Elbette en kısa sürede geri dönecek ve bu sefer daha uzun bir süre kalacak burada ama yinede ayrılık işte.. Öyleki sevdiklerinizden ayrılıyorsanız mutlaka o üzüntü oluyor.. Açtık balkon kapılarımızı.. evet elbette yeni açmadık ama sabaha kadar oturma sezonunu açtık bu geldiğimizde.. Gelmeden kini, öfkeyi, herşeyi ekmek arası sucuk yapıp yiyecektik.. Tam anlamıyla onuda gerçekleştirdik ama öyle bir hayalimiz varki geçen yaz gerçekleştirdiğimiz clansras köprüsü gezimizi tekrardan gerçekleştireceğiz birkaç hafta sonra geldiğinde..Alacağız biralarımızı bu sefer soğuk olacak ama!! sohbetin dibine kadar ineceğiz.. Yani anlayacağınız diğer geldiğinde kafa nereye biz oraya..

Canımın kadrajından Clandras Köprüsü. Biliyorum kısa bir yazı oldu, uzun uzun bu gezimizden bahsetmek istiyorum en yakın zamanda.. 

7 Haziran 2016 Salı

Kitap Tavsiyesi ( BEYAZ GECELER / DOSTOYEVSKİ)



Birkaç haftadır istemsiz elimde dolanan bir eser Beyaz Geceler, sınav haftasıymış, eve dönüşmüş falan derken anca okuyup bitirdim ve beni kendisine bağladı.. Eeee tabi yazarı Dostoyevski olunca, eserleri tartışılamaz oluyor. Galiba en sevdiğim yazarlar arasındadır Dostoyevski.. Tüm eserlerini henüz okumamış olsam da mutlaka okuyacağım diye düşünüyorum. Neyse kitap hakkında birkaç bilgi verdikten sonra, özetleyeceğim sizin için yani yorumlamak diyeyim..

KİTABIN ADI : BEYAZ GECELER


KİTABIN YAZARI :FYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİ

YAYIN EVİ : TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

SAYFA SAYISI : 218

BASIM YILI : 3. BASIM, ARALIK 2015

''Okuduğumuz hikayeyi kendi ağzından anlatan karakterimiz sekiz yıldır Petersburg’da yaşamasına rağmen hiç arkadaşı olmayan birisidir. Ama o bunu kendine pek dert etmemektedir. Çünkü tüm Petersburg sokaklarının kendisine ait olduğunu düşünmekte olan bir hayalcidir. Üstelik bu şehirde bulunan binalar, evlerle muhabbet eder. Şehirdeki insanlar onun her şeyidir. İnsanlar mutluysa o da mutlu, onlar hüzünlüyse o da hüzünlüdür. Yaz gedldiğinde soakaklar bomboş kalır ve bu karakterimizi çok üzer. Üç gün boyunca şehirde oradan oraya dolaşır durur. Ertesi gün yine böyle dolaşırken birden şehrin dışına çıktığını fark eder. Geri dönmek istemeyip yoluna devam eder. Gece yarısına kadar dolaşır.Eve dönmeye karar verdiğinde nehir kenarında bir kızın ağladığını görür. Kız yazarın farkına varınca hemen oradan uzaklaşmaya başlar. Karakterimizde kızın peşinden gitmeye başlar ancak bir süre sonra bırakacaktır ki bu sırada kızın peşine başka bir adam takılır ve kızı yakalar. Karakterimiz hemen devreye girerek kızı adamın elinden kurtarır ve evine kadar kıza eşlik eder. Bu sırada kız karakterimizden hoşlanmaya başlar. Karakterimizde anlamayacak şekilde biran kızdan çok etkilenmiştir. Kızın ne için ağladığını öğrenmek ister. Kız da onu daha yakından tanıdığı takdir de buluşmaya karar verirler. Buna en çok karakterimiz sevinir. İlk defa bir kadınla bu kadar yakın olmuştur. Gece sözleştikleri gibi buluşurlar. Buluştuklarında kız karakterimizin hikayesini dinlemeye başlamadan önce onun kendisine aşık olmamasını istemektedir. O ise bunu hemen kabul eder ve hikayesini anlatmaya başlar. Ne kadar yalnız olduğunu, yani her şeyi olduğu gibi anlatır. Kız karakterimizin hikayesini dinleyip de içinde bulunduğu durumu öğrenince ona kendisinin onu asla bırakmayacağını söyler. Aslında Nastenka’nın durumu da karakterimizin durumdan pek de farklı değildir. O da en az onun kadar yalnız biridir. Nastenka ninesiyle birlikte kalmaktadır. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Yaptığı bir yaramazlıktan dolayı ninesi onu iki yıldır kendi eteğine ilikleyerek bir yere gitmesini engellemiştir. Ninesi kör olduğu için devemlı olarak tüm gününü ona kitap okuyarak ya da örgü olarak geçirmektedir. Kızın ninesinin tavan aralıklı küçük ve ahşap bir evi vardır. Tavan arasını kiraya vermektedirler yani eve katkı amaçlı. Neyse, bir gün tavan arasını biri kiralar ve Nastenka adama aşık olur. Kiracı bir gün ayrılıp başka bir yere gideceğini söylediğinde Nastenka onu da götürmesi için kiracıya yalvarır. Kiracıysa parasınınolmadığını, onu gittiği yere götüremeyeceğini, tam bir yıl sonra geri döneceğini, döndüğünde ise oda evlenmemiş olursa onunla evleneceğini söyleyip gider. Karakterimizin Nastenka’yla karşılaştığı gün bir yıl dolmuştur fakat kiracı sözünde durmayarak gelmemiştir. Nastenka da o gün o yüzden ağlamaktadır.Neyseki karakterimiz kızı teselli etmek için ona bir mektup yazmasını ister. Kız yazdığı mektubu karakterimize vererek ondan mektubu ona iletmesini ister. Karakterimiz mektubu kızın verdiği adrese teslim eder ama iki gün boyunca bir cevap gelmez. Bu arada karakterimiz de kıza aşık olmuştur ama onu kaybetmek istemediği için bunu söyleyemez. İki gün boyunca kiracıdan bir mektubun gelmemesi kızı çok üzer. Karakter kızın bu üzüntüsü karşısında kendisini daha fazla tutamaz ve onu sevdiğini söyler. Kız ilk başta çok şaşırır. Ama kiracı gelmeyerek onun sevgisini hiçe saymıştır. Böyle bir adamın sevgisini hakketmediğini düşünür. Kendini seven ve değer veren biri varken neden başkasını beklediğine bir anlam veremez ve o da karakterimizi sevdiğini söyler. İkisi beraber şehrin sokaklarında evlilik hayalleri kurmaya başlarlar. Petersburg sokaklarında el ele dolaşırlarken karanlıkta bir adam görürler. Adam bunlara yaklaştığında Nastenka birden durur. Adam yavaşça onlara yaklaşır ve Nastenka’ya seslenir. Nastenka hemen ona koşar ve el ele tutuşarak karanlık içinde kaybolurlar. Ertesi gün Nastenka karakterimize bir mektup gönderir ve ondan özür dileyerek onu affetmesini ister. Mektupta bir hafta içinde evleneceklerini, eşini onunla tanıştırmak istediğini ve ölene kadar onunla arkadaş kalmak istediğini söyler. karakterimiz Nastenka’ya kızamaz. Ona yaşatmış olduğu dört gün için Nastenka’ya minnettardır..''


Benim bu eser hakkında size bahsedeceğim özetim bu kadar, tabikide okuyarak daha iyi anlayabileceğiniz bu eseri umarım kısa özetimle teşvik etmişimdir sizi.. Ama muhakkak okunmasını tavsiye etttiğim bir hikaye.Şu günlerde yazılan aşk kitapları ne kadar saçma değil mi? Şahsen okumaktan zevk almayan ben, birde Dostoyevski'nin kaleminden okuyun, sadece aşk değil birçok ders verir size yazar.. Öyleki eserimizde aşkın insanlar için ne kadar önemli olduğu, hayattan tamamen kopmuş birini bile tekrardan hayata bağladığı, aşık olduğunuz kişiden kolay kolay vazgeçilemeyeceği, sevilen kişi sevene karşı bir kin güdülemeyeceği hikayemizin ana fikrini oluşturuyor, yani bence...
                                            
                                            FYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİ
       Benim size bu yazıda tek tavsiyem Beyaz Geceler değil.. Tümüyle Dostoyevski'dir... Onu                                kutüphanenize, raflarınıza ve en önemlisi hayatınızın tam oratasına koyun..


                                   
Eğer olurda okumaya karar verirseniz ki bence verin, işte şimdi tam zamanı.. 
Keyifli okumalar..






6 Haziran 2016 Pazartesi

Hocam yapmayın hocam !!

Merhaba çiçeği burnunda taze blogum.. 
Biliyorum çok fazla boşladım seni hemde daha yeni açtığım halde. Haklısın olmadı böyle ama elimde olmayan sebeplerden dolayı hep inan ki!! Sınav haftamdı geçen iki hafta sonra uzun bir yolculuk tamam dedim eve vardım artık yazabilirim birde ne olsun, bilgisayarım bozulmuş nasıl üzüldüm eh dedim kaldı, telefondan yazmasıda zevkli değil olmuyor yani başaramıyorum öyle. Neyseki kısa sürede halloldu ve elime ulaştı bilgisayarım ama oda haklı be canım blog kaç senelik yadigar yaşlandı artık bünyesi kaldırmıyor. Tekliyor ama uzun süre daha benimleymiş öyle söyledi :) Böyle işte seni boşlamamın sebepleri..

Neyse devam edeyim, yolu düşüpte bu yazımı okuyacaklara geçen haftalarda yaşadığım bir tahlihsizliği anlatmak istedim hep, bugün o günmüş. Başlayayım öyleyse..

Biliyorsunuz ki bir üniversite öğrencisiyim ve tabi yine biliyorsunuzki vize, final ve bütünleme sınavlarına taabi tutuluyoruz senede iki kere. Benimde bahar dönemi final sınavı zamanlarım yaklaşıyordu ve harıl harıl çalışıyorum bakmayın inek bir öğrenci değilim aslında ama bu kadar çalışmamın sebebi bütünlemeye kalmadan eve yani özlediklerime kavuşmak amaç. Neyse böyle çalışıyorum diyorum başaracağım ve erken gideceğim evime. Başladı benim sınavlarım, pazartesi oldu birinciye girdim güzel, ikinciye girdim güzel böyle geçiyor sevinip çıkıyorum sınavlardan. Cuma günü geldi çattı. Ben işletme bölümü okuyorum ve bir kamu maliyesi adında dersimiz var. Diğer okullarda nasıldır bilmem ama bizim okulda bizim bölümün en zor derslerinden biri, hocadan kaynaklanıyor tabiki oldukça sert ve öğrenmeden ben bu dersten geçirmem arkadaş!! diyen tiplerden genelde sevilmesede allah var seviyorum ben bu hocayı beğeniyorum akedemisyenliğini neyse, ben ikinci sınıf öğrencisiyim ama sınavlarımızda sınıfın yarısı üç ve dördüncü sınıf öğrencisi yani anlayacağınız geçemeyen çok bende bu gazla ve duyduklarıma dayanarak vizesinde o kadar çok çalışmıştım ki hakkınıda verdim 75 puan alarak onuncu oldum yüz kişiden. Öyleki çok az kişi var böyle 70 üzeri alan çoğuda son sınıf zaten. Böyle sonuçlanan bir vize sınavından sonra işte finalinede bu kadar çok çalıştım yazık etmemeliydim çünkü o güzelim notu. Dediğim gibi cuma günü gelip çattı ben sabahın altısında kalkıp harıl harıl çalışıp, sabah onda gittim sınavıma. Ama nasıl heycanlıyım bende böyleyim işte dünyanın sonu değil ama hırs yaptım mı çıldırıyorum :) Girdim sınava ama o nasıl sınavdı, anca bu kadar zorlanabilirdi elbet. Yinede kendi hesaplarıma göre geçer not alıyordum sınavdan neyse dedim geçiyorum ya oda yeter ortalama felan umrumda değil. Sınavdan çıktım yurda döndüm akşamüzeri bir tane daha vardı gidip çalışıp geri gelecektim. Akşamüzeri dolmuşa bindim sınava giderken telefonum çaldı ve sınıftan arkadaşım demesin mi kamu maliyesi açıklanmış. Nasıl ya nasıl oluyorda üç saat içinde açıklayabilirdu? Neyse dedim girip sisteme bakayım birde ne göreyim 45 alıp kalmışım hemde sadece beş puanla. Olamaz diyorum benim 45 almam imkansız diyorum gözlerim doluyor ama insanların içinde ağlayamıyorum. Okula gider gitmez hocanın odasına zıpladım tabi. Çaldım kapıyı hoca '' giirr'' diye seslendi. Girdim odasına, sert bir üslupla ''sööyle!!'' diye baktı yüzüme tabi benim sıfat zaten düşük görünce beni öyle onunda sıfat değişti. '' hocam sizinle sınav hakkında görüşecektim eğer musaitseniz'' dedim . ve devam ettim, derdimi anlattım sınav kağıdıma bakmak istediğimi söyledim ama yok dilekçe ver benim yapabilecek birşeyim yok diyor. Adımı soyadımı da almıştı tabi. Neyse çıktım ben odasından sınavıma girdim ama nasıl girdiğimi bende bilmiyorum. Bir yandanda arkadaşlarım '' yapma Eda gerekirse yalvar yakar hocaya, ilk notunu yazık etme, bu hocanın bütünlemesinde geçemezsin'' felan diyerek beni gazlıyorlar iyimi!! Bende öylemi dedim eee tabi nasılda hırs var bir daha gittim odasına ve'' hocam ben dilekçe vermek istiyorum yardımcı olurmusunuz'' dedim sert bir üslupla. Sonra çıktım odasından afedersiniz ama tam anlamıyla kampüsün ortasında höykürerek ağlıyorum önüme geleni arayıp dert yanıyorum görenler sanacak biri öldü!! Öyle ağlaya ağlaya gittim yurda tabi susarmıyım ordada devam. İçimden biri seslendi bana '' sisteme gir Eda!!'', sonra cevap verdim ona ''ne gireceğim ya kaldım işte sende bi sus!!'' , '' ya sana gir diyorum gir işte, bak notuna bir daha'' , '' iyi be!!'' deyip ağlamaklı tekrardan girdim notların olduğu sisteme. Amaaaaaan ne göreyim geçmişim, sitemden çık bir daha gir yook valla geçmişim, sistemi yenile yok yok bir hata yok valla geçmişim. O höykürerek ağlayan Eda gitti mi, yerine höykürerek gülen Eda geldi mi aman bir görseniz bünyem afalladı. Bu mutluluğu paylaşmalıyım deyip, ağzımda kulaklarımdayken kitaplarıma sarılıp o anı durdurdum birde. Anı işte, güzel anılar bunlar.. 
Buyrun kanıtı :)
Sizinlede paylaşmak istedim, yolunuz bloguma düşerse okuyun diye.. 


11 Mayıs 2016 Çarşamba

Franz Kafka-DAVA , ( kitap tavsiyesi )



    Kafka ölmeden önce yazdığı bu eserinin nerden bilebilirdi ki şimdilerin hatta geçmişimizinde en ünlü kitaplarından olacağının ?



  Blogumda yorumlamadan önce kitap hakkında biraz araştırma yapmak istedim. Aslında genelde kitabı almadan önce yapardım bunları fakat bu biraz farklı oldu. Tavsiye üzerine aldım birkaç ay önce DR den. Okudum ve çok sevdim ama bir problem vardı. Kurgu yarım kalmıştı ve bu benim içimi yedi. Dedim olamaz böyle bir son hatta sinir bile oldum ne yalan söyleyeyim!! Sonrasında koyuldum araştırmaya meğerse Kafka hiç bir kitabını yayınlayacağını düşünmeden yazmış ve Dava yıda o öldükten 2 yıl sonra arkadaşı Brod onun adına yayınlamış 25 yılında. O yüzden kitaplarının kurgusu yarımmış anlayacağınız. 

  İlk olarak kafkayı Dönüşüm ile tanıdım ve daha sonra Milena ya Mektupları okudum sonra da Dava.. Sevdim Kafka nın kalemini. Henüz diğer eserlerini bilmiyorum ama araştırıp alacağım raflarımın arasına ..
Neyse devam edeyim ve yoruma geçeyim.


  "Bir sabah ansızın tutuklandığınızı düşünün ama normal yaşamınızada devam edebileceğinizi öğrendiniz. İşte böyle başlıyor kitabımız. K. neyle suçlandığı bilmediği için yani ona bildirmediklerinden dolayı önce bunu bir şaka sansa da, kısa sürede durumun ciddiyetini kavrıyor. Ancak ne mahkemeye çıkarıyorlar K. yı ne de savcılarla görüştürüyorlar. Kaldığı pansiyonda, çalıştığı bankada, gittiği yerlerde K. dışında herkes, anlaşılamayacak bir biçimde davadan haberdardır. Böyle birşey hayattında yaşamayan K. ne olduğunu anlamadan daima dalga geçilir biçimde kalır. Ne olup bittiğine anlam veremez. Bir inat haline getirdiği davasıyla çırpınıp durur. Avukatlara gider, amcasıyla halletmeye çalışsalarda çözemez. Arasında hiçbir aracı bulunmadığını, bu davada sadece kendisinin yer aldığını anladığında ise, cezasını beklemeye başlar.

  Yani anlayacağınız Dava'nın belirgin bir nedeni yoktur.Buna rağmen,suçluluk psikolojisi içine sokmuş K. yı kitap ve özgürlük kavramını sorgulatmış okuyucuya da. Daha açık bir şekilde kitabın ne anlatmak istediğine gelecek olursak, aslında ortada gerçek, somur bir dava yoktur. Elle tutulabilir, gözle görülebilir bir dava değildir bu. Kafka'nın burada anlatmak istediği, okuyucuya aktarmak istediği dava, Bay K. zaten yaşadığı evrende yani dünya tarafından tutuklanmış, fakat bunun bilincine hiçbir zaman varamamış olmasıdır.."



  Böyle işte kitapta anlatılanlar ve Kafka nın bize aktarmak istediği. Demem o ki bende artık bir KafkaOkurum. Diyordum bu topluluk ne? Ne olduğunu Kafka nın kalemini okuyunca anladım. Gönlümde en sevdiğim yazarlardan biri olarak yerini aldı ve tabiki Dava yı da raflarımın birinci sıralarına yerleştirdi. Ayrıca arkadaşı sayın Brod a minnetlerimi sunmadan edemeyeceğim, o olmasaydı böyle bir eseri nasıl tanıma fırsatımız olurdu ki ? 



Franz Kafka

Max Brod, Franz Kafka nın arkadaşı. 
Bizi Dava ile tanıştıran..



                                                                         

                                                                           Sevgiyle kalın..

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Ege Efesi Altıparmak...



Size bir adamdan bahsedeyim mi? Ege Efesi, Ege beyefendisi bir adam..

Öyleyse başlayayım..
Onun varlığını 24 yıl önce hissettim. Tam tamına 24 yıl geçti onunla fakat sadece 14 sene kadar anlam kattı hayatıma..
1994 yılıydı. Yeni doğmuştum. Ailenin en küçük üyesi ben, o ise en büyüğüydü..

Uzun boylu, yapılı, göbekli, kahverengi gözlü, kır bıyıklı, kır saçlı, en önemlisi de altı parmaklı idi. (Yani bir elinde altı parmak) Çok yakışıklıydı. Abartmıyorum! Elini beline koyardı sanki göbeğini dengelemek içindi bu yürüme tarzı ama bir yürürdü yanında gezerken gururla gezerdiniz. Altıparmak derlerdi ona. Dış görünüşünden bahsettim ya hani, birde içini bilseniz! Çok sertti valla ne yalan söyleyeyim küfürde ederdi. Fakat çok öfkelendirmeniz lazım çok.. Kızdığı zaman kaçın, gözü eşi hariç (yani babaannem) kimseyi görmezdi. Küçük yerde doğmuş büyümüş oda aynı biz gibi . Ama asla küçük düşünmemiş önemli olanda bu ya işte! Çocukları için çalışmış hep tabi her babanın yaptığı gibi fakat bu bambaşka baba inanın abartmıyorum. Hayatımın çeyreğinde bile değil çok az bir kısmında benimleydi bu adam.. Tüm güzel şeylerimi ona borçluyum. Düşünsenize bu kadar kısa sürede sizinle olup bu kadar çok güzel şey katan bir insanı kaybetmek inanın çok zor..
Biraz huyundan suyundan bahsetmek istedim size, benim için bizim için yaptığı tüm güzel şeylerden bahsedeceğim şimdide..

Öncelikle bu insanın benim hayatımdaki yerinden bahsedeyim, bu adam benim Dedem. Beni kendisine aşık eden insan rahmetli dedem..
Bu dünyada baş köşeleri çok severdi eminim şimdi diğer dünyada en güzel yeri kapmış bizi izleyip işte benim torunlarım, işte benim evlatlarım diye gururlanıyordur. Kendi adıma konuşayım, tüm çabalarım onun torunu olmamın verdiği haklı gururu.. Bu yazıyı yazarken bir iki damla gözyaşı aksa bir mahsuru olmaz değil mi?Çünkü insan hayatından erkenden kopup gidenleri inanın çok özlüyor.. Neyse devam edeyim..

Sekiz toruna sahip bu adamın tüm torunlarının yeri ayrı ayrıydı bunu hissedebiliyordum. Sadece kimisine daha yakın davranırdı o kadar. Ben ve ablam onunla büyüdük . Evlerimiz altlı üstlü idi. Biz onların üst katında oturuyorduk. Bizsiz kahvaltı etmezdi asla! Yukarıda da aşağıda da çifter çifter yumurta , süt vs. yeyip içtiğimizden tombul zamanlarımız yok değil :)

Torunlarıyla gezmeyi, oyun oynamayı çok severdi. Evet sert bir adamdı ama asla ilgisini bizden eksik etmedi. Ayrıca çok zekiydi ve torunlarının da çok zeki olmasını isterdi. Küçük yaşlarda öğretti hepimize çarpım tablosunu, sekiz kuzen idik bunun yedisi yetişti dedeme ve hepimizi en güzel şekilde yetiştirdi tabi yetişebildiği yere kadar.. Hani demiştim ya size bizimle oyun oynamayı çok severdi diye evet doğru.. Ben tavlayı, okeyi, kağıt oyunlarını daha bir sürü oyunu kendisinden öğrendim.. Birde şu çarpım tablosu olayından çok kısa bahsetmek isterim size. Tüm kuzenler olarak hizaya geçilecek ve teker teker ezberlenmiş mi kontrol edilecekti. Korkumuzdan ölür hatta dedeme kıza kıza bir hal olurduk tabi arkamızda babaannemiz var yok değil. Elinde ya bir sineklik yada bir sopa bilemeyene şaaaaap!! Kaçabilen kaçıp babaanneye sığınırdı, tek babaannemin sözü geçerdi dedeme diğerleri çok da umurunda olmazdı. Hemen bağırmaya başlardı babaannem, "ODUN OCAAĞIN KÖR GALMAYASICAAA YAKIYON ÇOCUKLARIN CANINI ADINI ELLER TAKINASICAA" bağırırdı dedeme. O zamanlar ne kızardık ama şimdi hep iyi ki diye anıyorum. Neyse sadece oyun veya ders değil ki bize öğrettiği en önemlisi oturup kalmamız, konuşmamız, insan içindeki davranışlarımız en dikkat ettiğiydi. Çünkü kendisi evde kızdığında ne kadar küfür etse de bunu dışarıya yansıtmazdı. Dışarıdaki insanlar içinde bir saygınlığı vardı. Oturduğumuz yer küçük bir ilçeydi. Bu yüzden sakınırdı gözünden özellikle kız torunları aman kulağına bir laf gelir diye korkardı çok. Bilirdi okul çıkışı saatlerimi hadi bir geç kalsam ya öfkeden kudurur deliye dönerdi. Ama okumamızı çok önemserdi.. Liseye kadar görebildi okuduğumuzu ama torunlarının çoğu okudu yani okuduk kimimiz üniversite mezunu kimimiz üniversite okuyoruz hala .. Tamda istediği gibi işte.. Keşke dünya gözüyle görebilseydi ama işte..

Konudan konuya geçiyorum ama galiba çok duygulandım ve ne yazacağımı şaşıyorum.. Karışık olacak ama siz beni anlayın. Tam bir türk kahvesi tutkunuydu altıparmak Remzi. Aman görmesin bu saygısızlığımı ne demek dedeye ismiyle hitap etmek!! Olsun belki de görüp gülecek.. İşte bu yüzden övünmek gibi olmasın dedem sayesinde mükemmel bir türk kahvesi uzmanıyımdır (puh) tabi benim üstadım ablam var.. Çok küçüklüğümüzden alıştırıldığımız için iyiyizdir üstümüze sağlık.. Ama ilk kahve yaptığım günden bahsetmek isterim. Daha çok küçüğüm evde ablam yok aşağıdan bir ses "ZÜLEYHAAAAA" diye bağırıyor. Yanlış okumadınız adım Eda fakat dedem bana Züleyha derdi. evet komik bence de çok komik :) Hemen zıplaya zıplaya indim aşağıya demez mi "Bana kahve yapar mısın?" elim ayağım dolaştı. "Tamam" dedim ama bilmem ki yapmayı, bilmiyorum demekte yemiyor tabi! Hiç dayağını yemedim ama her an yiyebilirim korkusuyla yaşadım. Neyse başladım yapmaya "Hadi eda yapabilirsin" diyorum içimden, bir yandan başımda da dedem! Cezveyi çıkardım. Evet biliyordum ablamdan kahve ve su birde orta derece şeker ama ya sonra ? Sonrası yok işte. Ben başladım kahveyi karıştırmaya. Birden bir ses "Çorba mı o Züleyhaa, türk kahvesini bir kere karıştırır köpürmesini beklersin!!" tabi dedem gürlüyor başımda. Ben ağladım ağlayacağım ama yaptım o kahveyi, ay kesinde çirkin olmuştu ama biliyor musunuz o köpüksüz, tatsız kahveyi gıkını çıkarmadan içti.. İşte o gün bugündür bendeniz kahve uzmanı (puh) Gerçi şimdi makine 2 dakikada yapıyor ama cezvede ki tat olur mu? Asla olmaz! Dedem görseydi kahve makinesi girmiş evlere, yokartık! Kesin küfürü basar o makinayı da çöpe atardı.

Eğlenmeyi seven en önemlisi bilen bir aileyizdir . İşte bu huyumuz da, ailemizin çınarı Altıparmak Remzi'den kalmadır bize . Onun yokluğundan sonrada eğlencelerimiz oldu ama onun oldukları kadar asla güzel olamazdı bunu biliyorum.. İnanın o olsaydı her şeyin tadı bambaşka olurdu..

Bugün onun ölüm yıl dönümü, bizim için çınar ağacı gibiydi.. Her şeyi geçin gölgesine sığınmak yetiyordu. Yıllardır, toplanıp gölgesine sığındığımız bir çınar ağacımız yok ama kuvvetli bir ailem var. Onun temellerini attığı kuvvetli bir ailem!!
Güzel tanınmasını istiyorum Remzi Yalçın'ın çünkü güzel adamdı vesselam..
Yıllar geçti ama ama varlığını hep hissediyoruz.
Seni çok özledim, çok özledik ve çok özleyeceğiz...






Altıparmak'ın torunları.. Yalnız yarısı.. Nasıl açmışız kolları bağırıyoruz özgürce seni çoook özledik..




Oyun oynardı derken tabi ki de yalan söylememiştim.. Henüz çok küçüğüm, yerde oturan ve hayranlıkla izleyen ben, parmakları havada dedeme eşlik eden ablam..
Çok şanslıyız, Altıparmak Remzi iyi ki senin torununum..



Ve bu orta şekerli türk kahvesi geçen sene ölüm yıl dönümünde ablamdan yani onun en kıymetlisi Naciye'sinin elinden yapıldı.. Dedeyi yad etmek amaçlı..

Seni çok seviyoruz dedemiz.. 

28 Nisan 2016 Perşembe

Maksim GORKİ "ANA"

       Kitapla yaşadığımı ve bu blogumda arada bir beni derinden etkileyen kitapları yani eserleride paylaşacağımı yazmıştım ilk yazımda..
       Maksim Gorki nin "ANA" eseri beni oldukça etkilemişti ve ilk sahip olduğum kitabımdı.Kütüphanemdeki baş yapıt ve amcamın şimdiye kadar bana verdiği en güzel hediye.. Seneler önce okumuş olmama ragmen aklımdadır en ince ayrıntısına kadar. Ve bunu blogumda paylaşmak benim için büyük keyif.. tabiki bu eserin yanında beni etkileyen birçok eser var. Onlarıda zamanla yazacağım blogumda..  



       " Kitabın baş karakteri yani Ana kendisini sürekli döven işçi kocasının ölümünden sonra oğlu Pavel ile birlikte kalırlar. Bir süre sonra Pavel yaşadıkları kasabadaki gençlikten çok farklı bir şekilde büyümeye başlar. Anne Pelage oğlunun diğer gençlerden daha olgun bir kimliğe büründüğünü fark edip yaşantısını çok merak eder. ve oğlunu gizli bir şekilde takip eder. Bu arada evleri kitapla dolup taşmıştır. Pelage bu yolla oğlunun yaşantısını incelemeye başlar. Pavel annesini sosyalizm ve işçi kesimin burjuvalarla olan çatışmasıyla tanıştırmıştır.
        Pavel artık hergün şehirden arkadaşları ile toplanıp konuşmalar yapmıştır. Sorunu çözmek için hep beraber uğraşmışlardır. Buna ek olarak fabrikadaki sefil işçi hayatı üzerine tartışıp bildiriler hazırlamışlardır.
       İlk başlarda ürkek davranan Pelage yani Ana bir süre sonra oğlu ve arkadaşlarıyla içli dışlı olmaya başlamıştır. Bu yolun doğru yol olduğuna kanaat getirmiş ve oğluyla aynı yolda devam etmeye başlamıştır. Artık oğluyla aynı yola baş koymuştur.
      1905 devriminden önceki bu olaylar işçileri despotluğa karşı ayaklandırmıştır ve en sonunda 1905 devrimi patlak vermiştir.
     Başta köyde çalışmalarını sürdüren Pelage işçilere ve köylülere bildiri dağıtır. Böylelikle toplumda etkin bir üye olmuştur. Bu sosyalizm için çalışmalar oğlu ve arkadaşlarıyla devam etmiştir.
    Bu insanlık ve eşitlik için süren savaş en sonunda oğlu ve onun bazı arkadaşlarının hapise girmesine sebep olmuştur. Pelage de şehirdeki başka bir sosyalist genç olan
Nikolay ın evine yanına yerleşmiştir. Onunla birlikte bi takım çalışmalar gerçkeleştirmiştir.
       Mahkemeye çıkan Pavel  ve arkadaşları için şehirden uzaklaştırma yani sürgün kararı sonucunda Moskova ya gidip oğlunun mahkemedeki savunma konuşmasını dağıtmak için harekete geçer ve bir süre sonra fark edilir. Oğlunun gittiği yoldan giden Pelage bu yolda öldürülür.
      Romanda Pelage nin ölümü nasıl gerçekleştiği açıkca yer almaz fakat bildiri dağıtırken patlak verdikten sonra bekçiler ve jandarmalar tarafından dövülmüştür. Romanında sonunda ise kendi boğazını  sıktığı jandarmanın elini daha güçlü sıktığı yer almaktadır.  "



     Hayatına çok fazla şey katmak isteyen insanların yada şöyle söyleyeyim kitap okumayı çok seven ve kitaplarla yaşantısına birçok şey katan insanlarının işte bu eserden mahrum olmamaları gerekir. Her kitap severin kütüphanesinde ya da okuduğu kitaplar arasında yer almalı " ANA" ..

      Ben size bu eseri okumadan ölmeyin derim..

24 Nisan 2016 Pazar

Kitapla Yaşamak..

İnanın koca dünyayı kucaklıyor. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna hiç masrafsız geziyorum.. Çok okuyorum başlıktada bahsettiğim gibi kitapla yaşıyorum..
Şimdi okumayı ne kadar seviyorsam, küçükkende o kadar nefret ediyordum. Ne çok şey kaybetmişim meğerse.. Lise çağlarımda başladım okumaya düşünün ne kadar geç kalınmış!! Bazen abarttığımı düşünüyorum okumak konusunda ama abartmıyorum ya benden psikopatları var :) Lise çağlarında okumaya başladım derken, çok okumaya başladığım zamandan bahsediyorum. Öncedende okurdum hatta inanırmısınız siyasi kitaplarla başladım okumaya. Öyle çizmeli kedi felan yok. Almazlardı değil alırlardı çocuk seti vardı ama gözüm hep babamın kitaplarındaydı.. Birde beni etkileyen şuda olmuş olabilir. Babama diyorum  şu ne demek ? Cevap hemen  '' şu vitrindeki ansiklobedileri aç da oku'' :) Hep kızardı ''açında bir kitap okuyun'' boş boş durmayın. Ders çalışırdım inanamazsınız ama ''soru çözüp duracağına açta iki satır birşey oku'' derdi.. Baba kitap alacağım derdim '' vitrindekiler bitti mi ? '' derdi.. İşte böyle başladım koca vitrindeki Uğur Mumcu kitaplarına, haaaa pişmanmıyım tabikide hayır o koca yürekli adamı tanıdım. Onun yanında bu koca yürekli adam, başka güzel insanlarda tanıttı bana. Uğur Mumcu kitaplarından sonra ilk kitabım '' Maksim Gorgi ANA '' oldu. Amcamın hediyesiydi..Bir kitap sizi ne kadar aydınlatabilir? Kendine ne kadar bağlayabilir ? İnanın bu soruları en üst düzeyde cevaplarım size. O kitabı da birgün anlatacağım blogumda. Neyse, bir süre hep siyasi kitaplar okudum lise sona kadar felan, hala okuyorum fakat o zaman sırf siyasi kitaplar satın alırdım yada başkaları ödünç verirdi. Hatta sınıftaki arkadaşlarım siyasi terimlerle seslenirlerdi bana .. Son sınıfta birden tarzım değişti.. Yine okuyrum ama daha çok macera tarzı yani edebi eserlerin dışında kitaplar alır okurdum.. Şöyle alacakaranlık felan. Galiba böyle kitapların bir günde bitmesiydi beni etkileyen. Günde bir kitap abartmıyorum ama oluyor yani o kadar akıcı kitaplardıki. Pat pat oku. Bitir kaldır. Şimdi pişmanlık yaşıyorum aahhh ahhh o günlerde ne klasikler bitirirdimde işte!! Hatta geçen eve geldiğimde kitaplarımı düzenleyeyim dedim o kadar saçma kitaplar almışım ki. Saçma diyorum emeğede saygısızlık yapmak istemiyorum ama insanlar öyle kitaplar yazıyorlarki artık yazmış olmak için.. Konudan konuya atlıyorum ama hele bir kitap gördüm geçende isim vermeyeyim ama kadın kitapta acıdan başka birşey bahsetmemiş arkadaş. Ben kitap okurken kafa dağıtayım diyorum, morel alayım diyorum ve birşeyler öğreneyim en azından. Ama hep mi olumsuz olur hadi oldu hiç mi birşey öğretmez!! Ya olmaz ama sizce nasıl ama bence kitap insana birşeyler katmalı, hüzünden çok daha fazla şeyler vermeli hüzün değil.. Neyse işte bakıyorum bir sürü kitabım var ama yarısı suan hiç tarzım değil. Atmayada kıyamaz insan çünkü ilerde kendi evime kocaa kütüphane yapmak amacım.. Düşünsenize salonunuzda deev bir kütüphane veya sadece kitaplara ait koca bir oda en büyük hayalim. Ama yapacağım bu gazla gidersem bir değil iki kütüphane yaparım ben :) 
Bir zamanlar üniversiteye başlayacağım yıl koca bir ara verdim okumaya. Onun eksikliğide üzerimde yok değil. Özlemiştim ama o zaman tabi ergenlik bozabiliyor psikolojinizi, 1 sene çöpte neyse o zamanlardada mutlaka alınan dersler vardır. 
Daha sonra üniversite yıllarımda yani şimdilerde diyeyim, edebi kitaplar okumaya başladım. Bana birşeyler kazandırabilecek eserler. Arada bir başka tarzdada okuyorum tabiki ama en çok edebi. Sınav haftam geliyor elime alamıyorum kitaplarımı!! Şimdi diyeceksiniz ne alaka? Ama öyle olmuyor işte kitap okuyacak vaktim varsa derste calışabilirim deyip bırakıyorum elimden. Özlüyoruz birbirimizi..
Benim en iyi dostlarım arasındadır kitaplarım. Eeee şimdi siz düşünün ne çok dostum olduğunu.. Ama hep ben onları dinlerim.. Olsun farklı hayatlar tanımak, farklı insanlarla tanışmak inanın mükemmel bir duygu.. Farklı ülkeler, farklı şehirler ve farklı kültürler ..
Okuyalım hep okuyalım her yerde okuyalım. Otobüste bir şehirden diğer şehire giderken, dolmuşta işten eve evden işe, okuldan eve evden okula giderken, müzik dinlerken veya hiç bir sebep yokken şehrinizde deniz varsa deniz kenarında deniz yoksa en güzel yeşillik bir alanda tek başınıza, huzurla okuyun..
Siz kitaplara 1 adım atın onlar size 10 adımla geliyor merak etmeyin..


20 Nisan 2016 Çarşamba

İçimden yazmak geldi..

Canım sıkılıyor oturdum yazıyorum. Aman  bende ki bi değişik can oraya git memnun olma buraya gel memnun olma gezsin dursun başka şeyden memnun olmasın!
Biraz önce geldim eve, pijamaları taktım üzerime uzandım üçlü koltuğa. Yanımda meyve karşımda televizyon, kucağımda bilgisayar.. Uzun süre şu bilgisayarda vakit geçirenler ne yapıyor ya bana anlatabilir mi? Ben beceremiyorumda. Orayı kurcalıyorum burayı kurcalıyorum yok geçmiyor vakit. Bi instagram hesabımla şu blogum var.Şu blog dediğimde yeni zaten.. Eeee napsam dedim bali oturayım saçmalayayım azıcık, böyle geliştiririm belkide kalemimi.. Kitap okuyasım yok aman allahıım!! şaşırılacak durum. Yazasım var okuyasım yok. Şuan fotografımı çeken olsada şuraya yüklesem bir baksanız halime, eller klavyede gözler bir bilgisayarın ekranında bir televizyonda.. Gözümün televizyonda olduğuna bakmayın birşey yokki ekranlarda da. Televizyona bakıyorum ama aklımda ne yazsam acaba ne anlatsam diye düşünüyor :) Dur başlayayım biryerden saçmalamaya..
Bugün öğleden sonra attım kendimi dışarı hava bir değişikti hem çok sıcak hem çok esiyor. Bir ablam var burada aslında kendi ablamın arkadaşı ama benimde arkadaşım oldu artık. Onun yanına gittim bugün, çok eğlenceli bir insandır yanına gidenin karnına ağrılar sokmadan yollamaz evden. Neyse gittim yanına kapıdan girer girmez bi değişiktim zaten saçlar karmakarışık olmuş, sıcaktan yüzüm domates gibi . Dışarda durumlar çok karışıktı bugün, hiç çıkılacak gibi değildi de ben dururmuyum şunun şurasında pazar döneceğim kürkcü dükanına, özlemlerimi gidermem lazım!Hava bi şaşkındı ama gerçekten sıcakmı olsam yoksa soğukmu olsam neyse hem terleteyim hem serinleteyim ama serinlemek mümkün değil. Ya neyse işte bi garipti..
Oturduk balkona, kahvelerimizi aldık yanımıza. Balkona oturduk demişken bizim buralarda böyledir sizde nasıldır bilmem ama. Bahar geldimi balkondan içeri girilmez akşam sabah. Sohbetlerimiz balkonlarda şenlenir.. Başladık sohbetimize, aman sohbet demişim dedikodu olacaktı :) Ablamın düğünü olmuştu bu yaz ama ablam diye söylemiyorum ne düğünde be!! İnanın böylesini görmemişsinizdir. Neyse işte bu evine gittiğim ablada, ablamın ahiretliği oluyor. Benden sonra en çok koşuşturanlardan biridir. Başladık düğünden konuşmaya '' amaan ne güzel düğünde be hele kına gecesi'' ''aman ne oynadık ama'' '' aman gelinliği ne yakışmıştı'' böyle cümlelerle başladık sohbete.. Oradan girdik, başkalarından çıktık. En çokta ablamdan bahsettik tabiki çok özledik çünkü aahhh dedik aahhh keşke oda olsaydı şurda.. Tabi bu arada kahve bitiyor, meyve suyu geliyor, meyve suyu bitiyor başka birşey geliyor. Zaman geçmiş hemen. Annesi geldi daha sonra benim meşhur Sahura teyzem.. Keyifle otururum yanında, aslında kısaca bu ailenin yanında keyifle otururum kızları gibi severler bizi. Kalkayım artık dedim yook illa yemeğe kalacaksın dediler. Yok mok desemde bırakırlarmı tabıkide bırakmadılar. Annemide aradılar hemen oda geldi. Yani anlayacağınız ekip tamam. Espiriler havalarda uçuşuyor. Sahura teyzem pek hamarattır hemen döktürdü tabi marifetlerini, el birliğiyle kurduk masayı yedik yemeklerimizi sohbet eşliğinde .. Yemeğin arkasından bir daha kahve merasimimiz olmazsa olmaz tabiki!! Ellerine en önemlisi o güzel yüreklerine sağlık, yedik içtik. Ağız tadıyla oturduk. Güldük, eğlendik.. Hep söylerim güzel insanlar biriktirmişim, güzel dostluklarla birlikte.. Yanımda yamacımda hep var olsunlar hepsi..
Neyse benim buradan gidişim bu sefer çok zor gelecek ama gerçi her zaman zor geliyor ama.. Önceden hep üniversiteye gittiğimde arada bir gelicem buraya, hiç özlemiycem burayı diye söylenir dururdum. Ablamlar benimle dalga geçerdi '' görücez biz seni bi git uzak bir yere, 2 hafta sonra başlarsın ağlamaya'' derlerdi.. Gerçektende öyle oldu. Nasıl özlüyorum anlatamam şimdi bile şu satırları yazarken gidişim aklıma geldi içim ürperdi.. Ama bu gidiş uzun soluklu olmayacak pek 1.5 ay sonra yine evime döneceğim ve asıl keyifli günler o zaman başlayacak.. Ne postlar paylaşacağım bakın, görün.. Çünkü o kadar özlediğim insanlar varki yaklaşık 1 senedir görmediğim, göremediğim.. Gelsinler buralara şenlenecek gözüm, gönlüm..
Söylemiştim ya ilk yazımda konuştukca konuşur, anlattıkca anlatırım.. Yazdıkcada yazıyorum artık.. Neyse kendimi sonraki postlara saklayayım bu gecelik bu kadar olsun..
Ne güzelmiş şu yazmak denilen şey. Okumaya aşık olduğum gibi yazmayada aşık olacağım galiba..

18 Nisan 2016 Pazartesi

Blog dünyasında meydan okuma varmışş :)

Blod dünyasındaki bu meydan okumayı arkadaşım ''http://aksamsefasi68.blogspot.com.tr/'' dan öğrendim.Bu meydan okumanın başlangıcı '' http://sacaklininnotdefteri.blogspot.com/ ''da. Ve benim aklıma yattı, sorularda bi o kadar eğlenceli geldi. Blog dünyasında yapılan meydan okumalar yeni bloglar tanımama yardımcı oldu. İster katılın ister katılmayın ama bence katılın, ben başlıyoruumm :)




1.soru: Müzik listenizdeki ilk 10 şarkıyı paylaşın. Dinlerken nasıl hissediyorsunuz ?
       Aslında benim belirli bir müzik listem yok. Saçma sapan şarkılar hariç genelde hepsini dinlerim. Ama sevdiğim birkaçını paylaşacağım sizinle..
             1-Yeni Türkü ( FIRTINA) = Bana hep Deniz'leri hatırlatır bu şarkı, hep tüylerim diken diken olur ve birazda olsa dolar gözlerim..
             2-The Kays Lavelle-The Hours = Bana birşey hatırlatmaz aksine huzur verir nedense bu şarkı önceden okurken hep dinlerdim şimdi yazarkende dinliyorum..
            3-Adele- rolling in the deep = kafa dağıtmaya ihtiyaç duyduğumuzda vardır ya birkaç sarkı saçma sapan dans etme istediği gelir kendi kendinize :), o değişik anlarımın şarkılarından biridir..
           4-Sezen Aksu - Küçüğüm = bu kadını severim hepte severek dinledim ama en çok bu şarkısında huzur bularak dinledim. Yoksa bütün şarkılarını severim.
          5-Grup Yorum - Bu Kente Yanlızlık Çöktüğü Zaman = en sevdiğim gruplardan biridir Yorum tüm şarkılarını ayırt etmeden keyifle dinlerim size her hangi birini paylaştım ..
          6-Grup Abdal - Bir ay doğar ilk akşamdan geceden = bu şarkıyı yanlız Abdal'dan dinlemeyi severim!! huzur verir..
          7-Ahmet Aslan-Susarak Özlüyorum = İnanırmısınız ergenliğimden beri dinlediğim bir şarkı bu ve herkese tavsiyem gelmişi geçmişi herşeyi hatırlatır. Uzakları götürür sizi..
         8-Yeni Türkü- Bana bir masal anlat baba = Şükür ki her anımda yanımda olan babam asla sevgisini mıc mıc değilde gözleriyle gönülüyle anlattı bize ama hep istemişimdir masal anlatmasını bana küçüklüğümden beri dinlerim bu şarkıyı pek bi yansıtır beni... 
         9-Tanju Okan- Benim tek dostum içkim sigaram = Şarabınızı veya rakınızı yudumlarken açın bu şarkıyı iyi gider..
        10-Mazhar Alanson- Ah Bu Ben = Bu günlerden bir şarkı paylaşmak istedim size keyifle dinlediklerimden her hangi biri..

2.soru: Göbek adınız nedir? Sizin için önemini anlatabilir misiniz ?
        Benim herhangi bir göbek adım yok. Fakat komik olan yanı küçükken kendim uydurur Seda derdim. Ne maanaa derseniz hani ismim Eda ya Göbek adımda Sedamış :D
3.soru:Cüzdanınızda neler olduğunu bizimle paylaşın ?
      Size sırasıyla paylaşıyorum ilk cüzdanımdan bahsedeyim. Vüzdanım büyük 4 gözlü bir cüzdan. Para bölmesi, kart bölmesi her cüzdandan bulunan bölmelere sahip. İçinde, banka kartlarım, gratis kartım, ben apartta kaldığım için müdüriyetle imzalanan belgeler geri aldığım senetler, sevdiklerimin Resimleri, üye kartım, okul giriş kartım, kimliğim, alışveriş fişleri, taksi kartları, bir miktar demir para ve kağıt para. Benim cüzdanımda olanlar bu kadar :))

4.soru:Kim veya ne olmadan yaşayamazsınız ?
       Bu soruyu düşünüyorum ve galiba sevdiklerim olmadan yaşayamam ben galiba evet yaşayamam. Acısını yaşamak istemem sanki biraz bencilce ama napayım ki..

5.soru:Koleksiyonunu yaptığınız her hangi birşey var mı ?
       Malesef böyle bir huyum hiç olmadı. Küçükken peçete, zarf felan yapardık ama suan yerinde yeller esiyor :)

6.soru:Evcil hayvan olarak ne beslemek isterseniz?
      Hayvanları severim ama iki hayvanı daha çok kedi ve kuş..
Kedi en büyük tercihim olur. Ama kuşlarıda çok severim ve kendi evime çıktığımda ilk işim bir kedi sahiplenmek olacak..

7.soru:Yatarken ne giyersiniz?
     Yatarken ne giyerim yatarken pijama giyerim tabiki :) rahatlık benim için önemlidir bu yüzden içinde rahat edebildiğim, pijamalar tercihimdir..

8.soru:Sizi gülümseten birşeyleri bizimle paylaşırmısınız? 
    Aslında ben çok güler yüzlüyümdür, benim yüzümü güldürmek pek zor değildir bu yüzden suan aklıma birşey gelmiyor ne desem bilemedim ama en önemlisi sevdiğim, değer verdiğim insanın yüzüne bakmak beni gülümseten sebepler arasındadır. Aynı şekilde çok kılışe olacak belkide ama ailemin mutlu ve sağlıklı olması.. 

9.soru:Hangi alanda iyi olmak isterdiniz?
     Ben her zaman sanatı ve sporu çok sevmişimdir. Sanattan kasteddiğim yazmak ve bir enstrman çalmak. Yazmaya bu blogla yeni başladım ama bir kitap yazabilirmiyim henüz onu bilmiyorum. Çalmaya henüz başlamadım ama bir çello uzmanı olmak ne çok isterdim.. 

10.soru:Bize biraz güçlü yönlerinizden bahsedermisiniz?
     Ben sabır etme konusunda çok güçlüyümdür. Zorluklarla başetme konusunda hemen yılmam . Bir insanın öfkesi karşısında çok büyük bir sıkıntı olmadığı sürece sakin ve soğukkanlı olmayı başarabilirim. Bu huylarımdan menunum çünkü kavga ortamını, tartışmalı, gergin ortamı pek sevmem..
11.soru:Birazda zayıf yönlerinizden ?
     İnsanlara dertlerimden pek bahsedememek zayıf yönlerimden biridir. İçimi genelde dökemem o insanı sıkacağımı düşünürüm. İnsanları kolay kolay tanıyamam ve çok pişmanlığım olmuştur bu konuda..

12.soru:İlk arabanız neydi? Peki suan kullandığınız araç ?
    Henüz 22 yaşımdayım ve öğrenciyim. Henüz arabam olmadı. En büyük isteklerimden biridir..

13.soru:Favori şiiriniz yada sizin için anlamı olan bir şiir varmı ?
    Ne yalan söyleyeyim belki garip ama ben pek şiir dinlemem, öyle anlamı olan bir şiirde yok ama Nazım Hikmet'in kalemini severim. Almıştım şiir kitabını okumuştum. Öyle anlamı olan bir şiir yok henüz hayatımda..

14.soru:Özel bir yeteneğiniz var mı ?
    Eğer çok okumak severek isteyerek okumak yetenekten sayılırsa çok iyi bir okuyucuyumdur. SAdece kitap değil dergi, gazate, makale her türlü şeyi okuyup öğrenirim başka keşfettiğim yeteneğim yok henüz yeni başladım yazmaya belkide güzel yazıyorumdur ama henüz çok yeni..

15.soru:Favori mevsiminiz hangisi?neden ?
    benim mevsimim Bahardır. Ben ne çok sıcağı nede çok soğuğu severim. Bahar tam bana göre bir mevsimdir. Herşey güzelleşir, yenilenir.. Kuşların bile cıvıltısı habercisidir baharın.. Birde Baharda doğduğumdandır belki bu kadar sevişim..

16.soru:Hadi bize el yazınızı gösterin?
 
bu çirkin yazı beniiimmmm :))
17.soru:Burcunuz nedir? Sizinle uyumlu olan özellikleri hangisidir?                                                   
      Koç burcuyum ben. Genel olarak tüm özelliklerini taşırım ama en büyük özelliğim neşeli ve eğlenceli olmam en önemlisi arkadaş canlısı olmamdır.. 

18.soru:Katıldığınız ilk konser hangisidir?                                                                                             
Katıldığım ilk konser yıllar önce Selda Bağcan konseri olmuştu..                  

19.soru:Satın aldığınız son giysilerle birlikte bir fotografınızı paylaşırmısınız?                 
Bu sorunuzu tam olarak yanıtlayamayacağım. Fotograf değilde size en son aldığım giysiden bahsedeyim griy bir kot ceket satın aldım. Bu soruyu sizin için tam yanıtlayamdım özür diliyorum..

20.soru:Günün birinde nereyi ziyaret etme ve nerede yaşamak istersiniz?
Günün birinde Amsterdam şehrini ziyaret etmek istiyorum tabi çok gezip görmek istediğim yer var yok değil :) Nerede yaşamak isterseniz diye soracak olursanız Türkiye dışı tercihim değil Türkiye içinde İzmir'de yaşamak istiyorum..

21.soru:Sizi güldüren 5 kelime yada söz öbeğini listelermisiniz?
Yukardada bahsetmiştim ya beni üzmek pek kolay değil hem güler yüzlüyümdür. Bu soruyada tam cevap veremeyeceğim çünkü inanın aklımda yok şuan beni güldürmeyi başarabilen kelimeler :)
                   
22.soru:Sahip olduğunuz en kıymetli şey nedir? ve nden kıymetli?
Sahip olduğum kıymetlilerim çok fazladır aslında benim için ama n önemlilerini paylaşmak isterim sizinle. Eğer bahsettiğiniz kıymet insan veya bir canlı ise benim sahip olduğum en kıymetli şey ailem tabiki her insanın ailesi kıymetlidir fakat benim ailem en değerli en kıymetlidir. Çünkü benim ailemde saygıdan çok sevgi öenmlidir..
Eğer bahsetiiğiniz bir nesne ise parmağımda bir yüzük vardır ve o yüzük yıllardır benimledir. İnanın çıkarsam varlığını yokuluğunu anlamam o derece bedenimden bir parça oldu sanki. Kıymetli olmasının sebebi benim için çok özeldir ve değerlidir..

23.soru:Yaparken heyecan duyduğunuz birşeyden bahsedermisiniz?
Bana verilmiş bir görevin bu bir eş,dost,arkadaş lara süpriz olsun veya okuldan, işten önemli bir sunum veya toplantı tarzı hazırlanmak olsun. Bunları sorumluluğu benim üzerimde olduğundan ve yaptığım işlerin beğenilmesi benim öenmli olduğundan bu işleri hazırlarken çok önemser ve acayip derecede heycanlanırım. Benim için beğenilmek çok öenmlidir :)

24.soru:Şuan okumakta olduğunuz kitap yada son okuduğunuz kitap nedir?
JOHANN WOLFGANG WON GOETHE ''Genç Werther'in Acıları'' eserini şuan okuyorum..

25.soru:Favori Disney karakteriniz hangisi? Neden ?
tabikii Goofy :) miki farenin arkadaşı goofy genelde beceriksiz olarak görünsede bana hep eğlenceli gelmiştir. Bence sezgisel ve akıllı bir çizgi karakterdi :)

26.soru:Ziyaret etmek istediğiniz 10 yeri sıralayabilirmisiniz?
1.Türkiye Karadeniz turu
2.Türkiye İstanbul turu
3.Türkiye Doğu Turu
4.Kuzey Hollanda-Amsterdam
5.İsviçre-Bern
6.Küba-Che Guevara Mozolesi ve devamı yerleri
7.Rusya-Moskova
Benim aklımda suan buralar vardı elbette gezilecek çok yer mevcut bunları daha sonra ekleyebilirim :) Şimdilik bu kadar :)

27.soru:Dağınıkmısınız? Yoksa düzenlimi?
Küçükken çok dağınıktım hatta baya bir dağınıktım fakat artık düzenli bir insanım :)

28.soru:En sevdiğiniz 3 müzik grubu?
1.Pink Floyd
2.Grup yorum
3.Mor ve Ötesi

29.soru:Korkularınızdan bahsedermisiniz?
En büyük korkum malasef bu bencilce düşünce ama sevdiklerimi kaybetmek. Düşünüyorumda sevdiğim insanlara zarar gelse naparım elbette yaşamaya devam ederiz fakat bu beni çok etkiler. İkinci olarak suan daha çok gencim ve geleceğim hakkında korkularımvar, çok iyi yerlere gelmek istiyorum fakat bazen düşünüyorum ya olmazsa? Ya istekdiklerim olmazsa? haa inanıyorum çünkü çok istiyorum ama en büyük korkularımdan biri gelecek.. Sadece benim isteklerim değil ne yaparsam yapayım yaşadığım ülkenin gittikce kötüleşmesi ve bu beni çok üzüyor.. Cahilliği yenmek, insanları aydınlatmak en büyük hedef olmalı..

30.soru:Neden blog yazmaya başladınız? Blog isminizin bir hikayesi var mı?
Blog yazmaya başlamamın sebebi okumayı çok seviyorum abartısız söylüyorum kitaplarla yaşıyorum. Daima çantamda bir kitap mutlaka taşıyorum ve okudukca yazan insanlara çok fazla özendim ve hep yazmak istedim. Aslında hep korktum yazamam dedim başaramam birkaç arkadaşımın tavsiyesi üzerine açmaya karar verdim. Yani yazmaya biryerden başlamak istedim. Dedim kimbilir belki kitapta yazarım :))
Blog ismimin aslında herhangi bir hikayesi yok. Söylemiştim ya kitap okumayı çok seviyorum, bunun üzerine bir instagram hesabı açmaya karar verdim. Birçok isim vardı aklımda ama bu isim daha çok hoşuma gitmişti ve bu adla bir instagram hesabı açtım. İnstagramı uzun süre kullandım ve arkasından blog açmaya karar verdim. Hesaplarımın ismi aynı olmasını istediğim için blogumada aynı ismi verdim .. :)





Benim meydan okumam bitti. Bazı soruları tam cevaplayamadım ve elimden geldiğince tamamlamaya çalıştım. Bu meydan okumayı çok sevdim diyebilirim. Tanımadığım, görmediğim blogları bu sayede tanıyacağım.. Umarım cevaplarımı severek okursunuz.. :)

17 Nisan 2016 Pazar

Dünya Miras Şehri Safranbolu.. Eski Çarşı..

Batı Karadeniz bölgesinde yer alan bu şehir Safranbolu'da eski adıyla Zalifre' de yaşıyorum ben yaklaşık üç senedir. Hep kahve içmek için giderim eski çarşıya fakat öyle her yerini dolaşmamıştım. Şimdilerde nasip oldu. Ayaklarımız ağrıyana kadar gezdik annemle. Bana kalsa yanıma biri gezmeye gelmese hala kahvemi içim döneceğim, o güzel yerlerden mahrum olmuşum uzun zamandır. Neyse saat öğlen oniki civarında çıktık annemle dışarı, kahvaltımızı ettik, bindik eski çarşı dolmuşuna. safranbolu merkezle arası 10 dakika kadar, dolmuş eski çarşının göbeğine atıyor sizi haydi kendi başınızın çaresine bakın abisinin dermiş gibi bırakıp gidiyor. İndik dolmuştan kahvaltımızı yapmıştık fakat kahve keyfimizi eski çarşıya saklamıştık. İlk olarak çarşının içindeki Arasta Boncuk Kahvecisine gittik. İki sade kahve aldık. O kadar güzel bir servisle ikram ediyorlar ki oranın kahvesine bayılıyorum. İlk önce eski usül demir işlenmiş bir tepside osmanlı şerbeti, damla sakızlı su ve lokumla geliyor bunun yanında boş fincanlar. Her kahve özel küçük cezvelerde közde pişiyor ve masada dolduruluyor fincanlara. Cezvelermizde bakır, işlenmiş eski usül cezveler. Tadı bir başka oluyor bu yüzden.. Kahvelerimizi yudumlarken oradan buradan sohbet ettik annemle, ana kız dedikodu :) sohbetimizi ederken arkadan çalan müzik hep radyodan çalar ve türküler, türk sanat müzikisi tarzında çalar hep, sohbetinize güzel eşlik eder.. Fotograf çekilmeden olmazdı birkaçta fotograf cekildik bir saate yakın oturduk orada. Artık kalkma vakti gelmişti gezilecek çok yer tabi..
Sizcede sunum çok tatlı değil mi ?Bu mavi demirden masalı, tahta divanlı muazzam derecede güzel dizayn edilmiş kahveciden kalktık. Daldık çarşının içine, şöyle bir tur dolaştık içini, annemin almak istedikleri vardı dedim şimdi alma gezelim ben seni çarşının içine bir daha getiririm. Cinci Han var eski çarşıda, Kervan Sarayı diyede geçiyor tabi, çarşıda bir tur attıktan sonra oraya girdik. 1645 yılında hatrı sayılır Hüseyin Efendi diğer adıyla Cinci Hoca tarafından yaptırılmış. İki katlı ve altmışüç odalı olan bu saray, günümüzde otel, kafe ve etkilin yapmak için kullanılıyor. İçine girdiğimizde görevli gezmeye başlayabiliceğimiz yönü gösterdi. Başladık sarayı dolaşmaya yan yana dizilmiş odalar ve içlerinde canlandırma yapmak için koyulmuş birkaç heykel. Kimisinde anne baba çocuklar, kimisinde gelin damat, kimisinde bayanlar, kimisinde erkekler. Kimi odalar kapalıydı, içini nasıl merak ettik anlatamam ama yasakmış girmek, izin vermiyolar aman ne olacaksa sanki!! Neyse bu sarayın üst katından çok güzel Safranbolu manzarası izlemek mümkün, çıktık ikinci kata bir baktık şöyle, fotograflamayıda unutmadık tabiki. Ama en güzel manzaranın başka yerde olduğunu söyleyip, gitmehye karar verdik. Güzel oluyor böyle eski yapıları gezmek..
Sarayın bir odası, padişah ve şehzade koyunlar ne maanaa bilemedim :)


Sarayın ikinci katından görünen manzara, meşhur Safranbolu evlerinin bir kısmı..
Bu güzel sarayda türk mutfağının çeşitli lezettlerini ve yöresel tatlarınıda tatmak mümkün. Buradan çıktığımızda, Hıdırlık tepesine gitmeye karar verdik bende daha önce hiç gitmemiştim oraya Safranbolu'nun ayaklarınızın altında olduğunu söylemişlerdi. Diğer bir adıyla seyir tepesi diye geziçiyor. Bİr teyzeye nasıl gidebileceğimizi sorduk yürüyerek mi yoksa arabayla mı diye sorunca dedim '' anne galiba çok uzak ama olsun hava güzel haydi yürüyelim.'' Teyze tarif etti koyulduk gezerek gitmeye, annem illa bir Safranbolu evinin içinide görmek istiyor bu arada neyse dedim gel bakalım şu otele girelim belki izin verirler ama içeri girdiğimizde kimse yoktu. Yola devam ettik geri dönüşte uğrarız diye. Baya tepedeymiş şansımıza hava o kadar güzeldi ki. Çok terlesekte hıdırlık tepesini bulduğumuzda çok sevindik. Giriş ücretimizi verdik ve girdik içine gerçekten dedikleri kadar güzel manzaraya ve sakin bir oratama sahip bir yermiş. Baya hoşumuza gittik otuırduk iki çay söyledik manzaraya karşı, sohbetimize devam ettik orda konuşmaya pek bi ihtiyacımız varmış bir çay bitiyor diğeri geliyor manzaraya karşı ana kız konuştuk baya. Aslında birazda sıcağın düşmesini bekliyorduk. Akşam olsada sıkıntı yoktu, ama güneş biraz yoruyordu bizi. Sıcaklık düşünce kalkmaya karar verdik.. Güzel manzarayı bırakıp gitmesek o kadar iyiydi ama daha gezilecek yerlerimiz vardı..
Hıdırlık tepesinin girişinde karşılıyor bu heykel tarzı yazı bizi, galiba dünya miras şehirlerinin içine girerken imzalanan belge ..
Tepeden Safranbolu evlerinin bir kısmı..

Tepeden Safranbolu evleri..
Tabanvaylara kuvvet devam ettik yürümeye ama artık zor gelmiyordu hem sıcak düşmüştü hemde bayır aşağıya olduğu için kolayca yürünüyordu. Geri dönerkende o tarihi eser tarzında otele bir daha uğradık bu sefer içinde sahibi vardı. hemen sordum '' rica etsek otelinizi gezebilirmiyiz??'' Otel olduğu için yasak olduğunu ama gezmemiz için bir müzenin az ilerde olduğunu söyledi. Yolunu tarif etti ve hemen bulduk. Kaymakamlar müze eviymiş burası gezmek için gelen turistler, ziyaretçiler için güzel bir şekilde dizayn edilmiş. Üç katlı olan bu yapının sahibi Hacı Mehmet Efendi imiş Kaim Makam olarak geçtiği için yani o zaman yarbayın karşılığıymış bu isim verilmiş bu müze evine. Giriş ücretimizi verdiğimizde bize galoş verdiler ve giymemiz için rica ettiler bence güzel bir düşünce olmuş temiz ve korunmalı olması. Merdivenlerden çıktığımızda bizi birinci katta iki oda yani bizi selamlık adı verilen odalar karşıladı. bu katta birde harem bölümü vardı. Selamlık ve harem arasında bir dönme dolap gözüme çarptı bunu araştırdım ve meğerse haremde yapılan yemekler buradan erkeklere, selamlığa bu dönme dolaba koyulup servis edilirmiş. daha sonra odaları tek tek dolaşmaya başladık. Nasıl güzel dizayn edilmiş görseniz canlandırılmaya çalışılmış. Birinci katı dolaştık yatak odası ve burada çocuğunu sallayarak uyutan bir anne, karşı odasında oyun oynayan çocuklar bir diğer odasında yemek yiyen insanlar. Hepsi canlı birşekilde sunulmuştu bize. Bildiğiniz insanlar hareket ediyor ve bu benim en çok hoşuma giden kısmı olmuştu. İkinci katta da aynıydı. Kına gecesi düzenleyen kadınlar v.s. Çok büyük zevkle dolaştık müze evini, hep eski düzen korunmuştu. Eski demir kaplar, eski dikiş makinası, eski kıyafetler.. Hepsi birbirinden güzeldi..












bu şekilde canlandırılmaya çalışılmış..
Bu birkaç fotograf odanın bölümü ve tarihi eseler müze evindeki. Müze evini severek dolaştık. Daha sonra karnımız acıktı ve fincan kafenin mantısının meşhur olduğunu duymuştum. Müze evinden çıkıp oraya doğru yol aldık.. Fincan kafe küçük şirin biryer fotografını çekmeyi unutmuşum şuan onun pişmanlığını yaşıyorum size göstermek isterdim :( ama yolunuz düşerse uğramanızı tavsiye ederim. Dışarda şirin bir masasına oturduk, küçük sevimli bir kafe siparişimizi bir kadın aldı. İki mantı söyledik. Gerçekten tavsiye edildiği kadar güzeldi mantıları. Yemeğimizi yediğimizde bize çay ikram ettiler. Güzel sessiz şirin bir mekan çayımızı yudumladık, dinlendik. Eski Çarşıda gezilecek önemli yerler bitmişti aslında. Tekrardan çarşının içine dönüp alışveriş yapmaya karar verdik. Çarşının içine girdik. Öyle bir çarşıki bir yerden giriyorsun başka biryerden çıkıyorsun sonra bir bakmışsın olduğun yere geri dönmüşsün. İzmir kemeraltını bilenler bilir kısmen oraya benziyordu çarşının içi. Safranbolu'nun evlerinin yanı sıra safran çiçeği, lokumu meşhurdur. Çarşının içinde geziyorsunuz inanın acıkmak mümkün değil neden derseniz önünüze gelen lokum ikram ediyor. yok sağolun dediğinizdede kızıyorlar bu ikramdır alınır diye. Mecbur alıyorsunuz kırmamak için hepsinin lokumu taze güzel oluyor çeşit çeşit lokumlar safranlısı, sadesi, antep fıstıklısı vs. Annem lokum almak istedi arkadaşına, eşine, dostuna onu zalifre lokumcusuna götürdüm. Oranın lokumu günlük taze çıkıyor ve gerçekten çok güzel hafif bir tadı oluyor. oradan lokumlarımızı aldık. Dolaşmaya başladık annem safran içerikli ne varsa almak istedi. Bir yere uğruyor sabununu alıyor başka bir yerden vazalinini hemde çok çok gidince eşime dostuma hediye ederim deyip deyip aldı. :) Daha sonra safranbolu evlerinin maketlerini yapan bir dükkana uğrayıp, safranbolu evlerinden yapılmış şekerliklerden aldı birkaç tane. Bu arada safran çiçeğinin özelliği sadece safranboluda yetişmesinden geliyor ve ciddi anlamda pahalı bir çiçek. Aktarlarda öyle ucuza bulmak kolay değil :) Sabununun çok faydalı olduğunu öğrendik. Saça, cilde çok iyi geliyormuş. Neyse hediyelerimizide aldığımıza göre artık gitme vaktimiz gelmişti. Yakın arkadaşlarım annemi yemeğe davet etmişlerdi ve onları bekletmeyelim dedik. Güzel bir şekilde hiç aksilik olmadan gezdik bu güzel yerleşkeyi, çok keyif aldık, içimize sindi. Ayrılırken arkamıza tabiki baktık insanın ayrılası gelmiyorki!! Ama iki sene daha ordayım belkide daha fazla bilemezsin ki daha çok gezecek vaktimiz olacak.. Keyifle gezdiğimiz bu yerlere herkesi beklerim.Eğer birgün yolunuz düşerse buyrun gelin. Misafirim olun,  en güzel şekilde ağırlarım, keyifle gezdiririm. 
Safranbolu eski çarşıyı uğramadan Dünya Miras Şehrinden ayrılmayın aman haa :)))